Ergenlik, ekranlar ve endişeler… Adolescence dizisi üzerinden dijital dünyanın çocuklar üzerindeki etkisine odaklandık. “Çocukların dijital dili farklı. Bu dili anlayamazsak, neye maruz kaldıklarını ve nasıl hissettiklerini de anlayamayız.” diyen Klinik Psikolog Melisa Varol ile hem diziyi, hem sosyal medyanın çocuk ve ergen psikolojisi üzerindeki etkilerini konuştuk…
Dizi, ergenliğin kırılgan zeminine sosyal medya üzerinden güçlü bir ışık tutuyor. Peki, bu dizi sadece bir kurgu mu, yoksa çocuklarımızın gerçek dünyasına ayna tutuyor mu? Pretty Mother Magazine olarak bu soruları, Maya Vakfı Kıdemli Klinik Koordinasyon Sorumlusu ve Klinik Psikolog Melisa Varol’a sorduk. Sosyal medyanın çocuklar üzerindeki etkilerini, dijital zorbalığı, ergenlikteki savunmasızlığı ve ebeveynliğin değişen yüzünü konuştuk. Bu röportaj, dijital çağda çocuk büyütmenin duygusal yükünü paylaşmak, yeni farkındalıklar kazanmak ve ebeveynliğe yeni bir gözle bakmak isteyen herkese dokunacak nitelikte…
Ve bir not; ebeveyn olarak diziyi izlemenizi şiddetle tavsiye ederim…

Sosyal medyanın çocuklar üzerindeki etkilerini genel hatlarıyla nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sosyal medya, çocukların dünyaya açılan ilk dijital pencerelerinden biri hâline geldi. Bu mecralar aracılığıyla çocuklar hem yaşıtlarıyla bağ kurabiliyor hem de ilgi alanlarına dair içeriklere ulaşabiliyor. Herhangi bir bilgiye erişimlerinin çok hızlı olması, gelişen dünyaya aynı hızda uyum sağlayabilmelerine de olanak tanıyor. Ancak bu hızlı ve sınırsız erişim, çocukların yaşlarına ve gelişim düzeylerine uygun olmayan içeriklere ulaşmasını da sağlıyor. Bu durum hem duygusal hem de bilişsel gelişim açısından bazı riskleri beraberinde getiriyor. Özellikle benlik algısı henüz oluşum aşamasında olan çocuklar, dışarıdan gelen eleştiri, yorum ve onaylardan çok etkileniyor, bu da özsaygılarını dışsal etkenlere endeksli bir şekilde yapılandırmalarına yol açıyor. Diğer bir deyişle çocuklar, dışarıdan onay almayacakları herhangi bir davranışta bulunmamaya çalışırken, onay alacakları tutumları da bazen sonuçlarını düşünmeden gerçekleştiriyor.
Sosyal medyada sürekli olarak karşılaştırma halinde olmak, hem dış görünüş olarak hem de yaşam standartları olarak mükemmel görünme baskısı yaratıyor ve bu da zamanla kaygı düzeylerinde artışa, hatta depresif duygu durumlarına neden oluyor. Ayrıca sosyal medya, hız ve tüketim odaklı bir kültür yarattığı için çocukların dikkat sürelerinde kısalma, sabırsızlık ve sürekli uyarılma ihtiyacı gibi bilişsel zorluklar da ortaya çıkıyor. Üstelik bunun etkilerini sadece çocuklarda değil yetişkinlerde de görüyoruz. Tüm bu unsurlar sosyal medyayı kullanan her kullanıcı için geçerli. Bu nedenle sosyal medyanın çocuklar üzerindeki etkilerini değerlendirirken, yalnızca içerik düzeyinde değil aynı zamanda psikososyal gelişim, duygusal dayanıklılık ve öz düzenleme gibi beceriler açısından da çok yönlü bir bakış açısına ihtiyaç var.
Sosyal medya, çocukların benlİklerİnİ İnşa ettİklerİ bİr sahne artık. Alkış aldıkça sahnede kalmak İstİyorlar.”
Adolescence dizisi, sosyal medya baskısının çocuklar üzerindeki etkilerini oldukça sert bir dille anlatıyor. Sizce bu dizi, çocuk ve ergen psikolojisini ne kadar doğru yansıtıyor?
Adolescence dizisi, çocuk ve ergen psikolojisinin en kritik alanlarını oldukça çarpıcı ancak bir o kadar da gerçekçi bir dille işliyor. Özellikle sosyal medyanın bireyin benlik algısı üzerindeki etkisinin, akran ilişkilerinde yaşanan dışlanma ve duygusal şiddetin, aile içi jenerasyon farkılığından kaynaklanan iletişim kopukluklarının genç birey üzerindeki yıkıcı etkilerini son derece sahici bir şekilde aktarıyor. Ergenlik döneminin yalnızca biyolojik değil, aynı zamanda yoğun duygusal ve sosyal bir geçiş süreci olduğunu, bu süreçte çocuğun hem ait olmak hem de bağımsızlaşmak arasında gidip geldiğini dizideki karakterlerin iç çatışmaları üzerinden net bir biçimde görüyoruz. Bu yapım, ergenlik döneminde sık karşılaştığımız ‘görülmeme’, ‘anlaşılmama’ ve ‘değersizlik’ gibi temel inançların, davranışsal yansımalarını da başarıyla ortaya koyuyor. Karakterlerin çoğu, yalnızca bireysel zorlu yaşam deneyimleriyle değil, aynı zamanda zorbalığın her çeşidinin yer aldığı bağlamda sistemsel bir yalnızlık ve başıboşluk içinde var olmaya çalışıyor. Bunların yanı sıra, ev içindeki düzeni, aile içi iletişimin önemini ve jenerasyonlar arası farklı iletişim kalıplarının varlığını da gözler önüne seriyor. Bu da diziyi psikolojik açıdan öğretici ve farkındalık artırıcı bir konuma taşıyor. Klinik gözlem ve vaka çalışmalarıyla tutarlı olan bu anlatı, toplumun daha geniş kesimlerine ergen ruh sağlığının ne denli kritik bir periyodu yansıttığını gösterebilme potansiyeline sahip.

Dİzİlerİ bİrlİkte İzlemek değİl, bİrlİkte düşünmek önemlİ. Çocuğunun İç dünyasına ekranlardan ulaşabİlİrsİn.
Bu tür içerikler sizce ebeveynleri destekliyor mu, yoksa daha da mı endişelendiriyor?
Bu tür içerikler, ebeveynler için hem bir uyarı hem de bir farkındalık kaynağı olabilir. Dolayısıyla etkisi, içeriğe nasıl yaklaşıldığına ve sonrasında nasıl bir tutum benimsendiğine bağlı olarak değişim gösteriyor. ‘Adolescence’ gibi diziler, çocukların iç dünyasını çarpıcı ve gerçekçi bir dille ortaya koyduğu için bazı ebeveynlerde “Benim çocuğum da böyle olabilir mi?” kaygısını tetikliyor. Bu, doğal ve hatta değerli bir sorgulama çünkü kaygı çoğu zaman değişimin ilk adımıdır. Ancak bu kaygı, ebeveynin kendini yetersiz hissetmesine, suçluluk duygusuna ya da aşırı koruyucu bir tutuma yönelmesine neden olursa, o zaman yapıcı olmaktan çıkar.
Ebeveynlerin bu içerikleri yalnızca korku penceresinden değil, öğrenme ve ilişki güçlendirme fırsatı olarak görmeleri önemlidir. Dizi, ebeveynliğe dair yeni sorular sormaya ve çocukların dışa vuramadığı duyguları anlamaya alan açıyor. Asıl mesele, bu tür içeriklerden sonra oluşan kaygıyı nasıl yönettikleriyle ilgili. Eğer bir ebeveyn, bu duygularla başa çıkarken profesyonel destek almayı, kendini geliştirmeyi ve çocukla iletişimini gözden geçirmeyi seçerse, bu içerik onun için dönüştürücü olabilir. Yani ‘Adolescence’, tek başına kaygı uyandıran bir dizi değil de farkındalığı artıran, yüzleştiren ve doğru kaynaklarla desteklendiğinde ebeveynliği güçlendiren bir içerik olarak değerlendirilebilir.
Sosyal medya, çocuklara ‘olmak’ yerİne ‘görünmek’ gerektİğİnİ fısıldıyor.
Bu diziyi çocuklarımızla birlikte izlememiz uygun olur mu? Hangi yaş grubuna tavsiye edersiniz?
‘Adolescence’ dizisi, içerdiği temalar, dil ve görsel unsurlar açısından oldukça yoğun ve zaman zaman tetikleyici sahneler barındırıyor. Özellikle dizinin 3. bölümünde adli psikoloğun hazırlayacağı rapor için dizideki ana karakteri değerlendirdiği ve duygu dalgalanlamalarının çok yüksek olduğu bir süreç izliyoruz. Bu nedenle, çocuklarla birlikte izlenip izlenmeyeceği konusu yaş düzeyi, gelişimsel ihtiyaçlar ve çocuğun duygusal dayanıklılığına göre dikkatle değerlendirilmeli. Genel olarak dizi, en az 16 yaş ve üzeri bireyler için uygunluk taşıyor. Ergenlik döneminin başındaki çocuklar için bazı sahneler kafa karıştırıcı ya da duygusal olarak zorlayıcı bir seviyede olabilir. Bu yüzden diziyi mutlaka rehberli bir izleme süreciyle ele almak gerekiyor. Bir ebeveyn, ergenlik çağındaki çocuğuyla birlikte diziyi izlemek istiyorsa, bu sürecin pasif bir izleme değil, birlikte değerlendirme, duyguları konuşma ve karşılıklı anlayış geliştirme zemini olarak kurgulanması oldukça önem taşıyor. Ebeveynin bazı bölümleri çocukla bire bir izlemek yerine önceden izleyip hazırlık yapması, sonrasında çocuğun ihtiyaç ve meraklarına göre paylaşımda bulunması daha sağlıklı olabilir. Arkadaşlık, sınırlar, zorbalık ve yalnızlık gibi pek çok önemli başlığı içeren dizi, doğru yaşta ve doğru rehberlikle izlendiğinde çocuğunun iç dünyasını anlama ve daha derin bağlar kurma imkanı sunuyor. Ancak gelişimsel olarak hazır olmayan bir çocuk için bu tür içerikler kafa karıştırıcı, hatta kaygı verici olabilir. Bu nedenle yaş uygunluğu kadar, çocuğun bireysel duygu düzenleme becerileri de dikkate alınması gerekiyor.
Sorun ne kadar süre ekrana baktığı değİl, o ekrana neden bu kadar İhtİyaç duyduğu.”
Çocukların sosyal medyada maruz kaldığı içerikler özgüvenlerini ve benlik algılarını nasıl etkiliyor?
Çocukların sosyal medyada maruz kaldığı içerikler, özellikle ergenlik döneminde benlik algısı ve özgüven gelişimi üzerinde oldukça güçlü ve çoğu zaman olumsuz etkiler yaratıyor. Bu dönem, kimlik gelişiminin en yoğun yaşandığı, bireyin “Ben kimim?”, “Nasıl görünüyorum?”, “Başkaları beni nasıl algılıyor?” gibi sorulara yanıt aradığı kritik bir süreç olarak karşımıza çıkıyor. Sosyal medya ise bu sorulara çoğunlukla yüzeysel, filtrelenmiş ve idealize edilmiş yanıtlar sunuyor. Çocuklar, gerçek yaşamla örtüşmeyen bu içerikleri kendi hayatlarıyla kıyasladıklarında, yetersizlik, değersizlik veya dışlanmışlık hisleri geliştiriyor.
Ayrıca algoritmalar, sürekli olarak daha fazla etkileşim alan içerikleri öne çıkardığı için çocuklar, beğeni ve takipçi sayıları üzerinden değer biçmeye de başlıyor. Bu da içsel motivasyonun yerini dış onaya bırakmasına neden oluyor. Zamanla çocuklar, kendi sınırlarını zorlayarak görünür olmaya çalışıyor ya da sosyal medyada var olma biçimleriyle gerçek benlikleri arasında bir kopukluk yaşıyor. Bu kopukluk, özgüveni zedelerken içsel kaynakları güçlendirmek yerine onları dış dünyaya daha fazla bağımlı kılıyor. Dolayısıyla sosyal medya yalnızca bir paylaşım alanı değil, aynı zamanda çocukların benliklerini inşa ettikleri ve aynalandıkları bir mecra haline geliyor. Bu süreçte çocuklara dijital içerikleri eleştirel süzgeçten geçirmeyi öğretmek, çevrim içi deneyimleri üzerine konuşabilmek için güvenli alanlar sunmak ve “olmak” ile “görünmek” arasındaki farkı keşfetmelerine rehberlik etmek ebeveynlerin ve uzmanların başlıca görevi arasında yer alıyor.
Dİjİtal zorbalık gece yaşanıyor, etkİsİ ertesİ gün okul sıralarına taşınıyor
Sosyal medya kullanımına bağlı dijital bağımlılık belirtileri nelerdir? Ebeveynler ne zaman müdahale etmeli?
Sosyal medya kullanımına bağlı dijital bağımlılık, yalnızca ekran süresinin uzunluğuyla değil, bu kullanımın bireyin yaşamını hangi alanlarda ve ne derece etkilediğiyle anlaşılıyor. Dijital bağımlılığın en temel belirtileri arasında, sosyal medyada geçirilen zamanı kontrol edememe, çevrim içi olamadığında yoğun huzursuzluk veya öfke hissetme, günlük işlevselliğin bozulması, sosyal medyada geçirilen sürenin giderek artması ve bu kullanımın gerçek ilişkilerin yerini alması yer alıyor. Ayrıca çocuklar sıklıkla gündelik rutinlerinde yaşadıkları duygusal zorluklardan kaçmak ya da benliklerini yeniden tanımlamak için de sosyal medyaya yöneliyor.
Ebeveynlerin özellikle dikkat etmesi gereken sinyallerin başında çocuğun sosyal ilişkilerden geri çekilmesi, hobi ve ilgi alanlarına olan isteğinin azalması, ekran süresi sınırlandığında öfke nöbetleri geçirmesi ya da okul başarısında gözle görülür düşüşler yaşanması yer alıyor. Bu belirtiler, çocuğun dijital dünya ile kurduğu ilişkinin artık sağlıklı sınırların dışına çıktığını gösteriyor. Ebeveynler, dijital kullanımın sadece teknik değil aynı zamanda duygusal bir regülasyon aracı haline gelip gelmediğini gözlemlemeli. Bu durumda yapılacak ilk müdahale ekran süresini kısıtlamaktan ibaret olmamalı, çocuğun hangi duygusal ihtiyaçlarını bu ortamda gidermeye çalıştığını da sorgulayan bir boyut içermelidir. Bu noktada açık iletişim, sınır koyarken destekleyici olmak ve gerektiğinde bir uzmandan profesyonel rehberlik almak, dijital bağımlılıkla baş etmede kritik öneme sahip. Çünkü ebeveynin yaklaşımı, cezalandırıcı değil düzenleyici ve ilişki odaklı olursa daha kalıcı ve sağlıklı sonuçlar sağlanıyor.
Duygular bastırıldığında yok olmaz, yer değİştİrİr. En çok da öfkeye dönüşür.
Ergenlik dönemindeki çocukların sosyal medya baskısına karşı daha savunmasız olduğunu biliyoruz. Bu kırılgan dönemde çocukları nasıl desteklemeliyiz?
Ergenlik dönemi, bireyin kimlik inşa etmeye, sosyal çevrede kabul görmeye ve bağımsızlık kazanmaya çalıştığı, aynı zamanda duygusal dalgalanmaların sık yaşandığı oldukça hassas bir gelişim evresi olarak karşımıza çıkıyor. Bu dönemde sosyal medya hem bir aidiyet aracı hem de yoğun bir kıyas ve onay mekanizması olarak işlev görüyor. Dolayısıyla ergenler, beğeni sayıları, takipçi oranları ya da çevrim içi görünürlük gibi dışsal kriterlere karşı daha savunmasız hale geliyor. Üstelik, sosyal medyada her ne kadar her paylaşım anlık olsa da bu paylaşımların sonuçları anlık olmuyor ve bir süreye yayılıyor. Bugün sosyal medyada bir fotoğrafın altına yaptığımız yorumu unutabiliriz ama o fotoğrafın sahibi o yorumu unutup devam etmekte oldukça zorluk çekiyor.
Herkesin sosyal medya kullandığı ve dijital zorbalığın görünürlüğünün fazla olduğu günümüzde, okul bağlamını düşündüğümüzde bir önceki gece sosyal medyada zorbalık yaşamış bir çocuk için, bu durumun etkileri ertesi gün okulda da devam ediyor. Bu durum, benlik algısında bozulma, sosyal kaygı, sosyal geri çekilme, öfke bozukluğu ve depresif duygu durumlarına da zemin hazırlıyor. Böylesi kırılgan bir dönemde çocukları desteklemenin en etkili yollarının başında duygusal bağ kurmayı önceliklendirme geliyor. Ebeveynler olarak yargılamadan dinlemek, çocuğun hissettiklerini küçümsememek ve sosyal medyada karşılaştığı içeriklerle ilgili birlikte konuşma zemini yaratmak oldukça değer barındırıyor. Bu sayede çocuk, çevrim içi yaşadığı deneyimleri dışa vurmada güçlük çekmez ve ebeveynin rehberliğinde anlamlandırır. Bu, özellikle çocuk ve gençlerin kullandıkları sosyal medya dilini anlamak açısından kritik bir öneme sahip. ‘Adolescence’ dizisinde de gördüğümüz üzere, olay gerçekleştikten sonra dizinin ana karakteri Jamie’nin zorbalık yaşadığı fark edilse de aslında daha önceden, sosyal medyada zorbalığın görünür olduğunu dizinin ilerleyen sahnelerinde anlıyoruz. Ayrıca çocuklara eleştirel düşünme becerileri kazandırmak, gerçeklik ile sosyal medya sunumları arasındaki farkı görebilmeleri açısından önemli. “Mükemmel hayat” illüzyonunu sorgulamalarına yardımcı olacak içerikler sunmak, onları yalnızca korumakla kalmıyor aynı zamanda güçlendiriyor. Ebeveynin kendi dijital alışkanlıkları da burada bir model işlevi görüyor. Ebeveynlerin kendi sosyal medya kullanım biçimlerini gözden geçirmesi, çocuğa söylenenin ötesinde bir rehberlik sağlıyor. Kısacası, bu dönemde çocuğun yanında olmak, onun yerine karar vermekten çok, onun düşünmesini, sorgulamasını ve kendini tanımasını desteklemek anlamına geliyor.
Sosyal medya bİr araçtır. Ne İçİn ve nasıl kullandığın her şeyİ değİştİrİr.”
Özellikle erkek çocukları sosyal medyada “duygularını bastırmaya” teşvik ediliyor. Bu, psikolojik gelişimleri üzerinde nasıl bir etki yaratır?
Sosyal medyada erkek çocuklarına yönelik içerikler sıklıkla “güçlü ol”, “zayıflık gösterme”, “duygularını belli etme” gibi mesajlar içeriyor. Bu mesajlar doğrudan verilmemiş olsa bile, popüler figürlerin sergilediği davranış kalıpları ve içeriklerde yer alan maskülen normlar aracılığıyla dolaylı biçimde çocuklara işleniyor. Bunun bir örneğini dizi içinde bahsedilen erkek “influencer” olarak da görüyoruz. Bu tür mesajlar, özellikle gelişimsel olarak duygularını tanımaya ve ifade etmeye yeni başlayan erkek çocukları için oldukça zarar verici bir hale geliyor. Duygularını bastırmak, onların varlığını ortadan kaldırmıyor, aksine ifade edilemeyen duygular içsel baskı yaratıyor ve zamanla öfke patlamaları, içe kapanma, kaygı bozuklukları ya da depresif belirtilerle kendini gösteriyor.
Erkek çocukların duygusal gelişiminde bastırılan duygular, öz-şefkatten uzak, kendine karşı sert ve dış dünyaya karşı savunmacı bir benlik yapısı oluşmasına neden olabilir. Bu da hem ilişkisel hem de psikolojik dayanıklılık açısından kırılgan bir yapı ortaya çıkarıyor. Ayrıca çocukların yansıtma ve işleme alanı bulamayıp yaşadıkları içsel çatışmaları tanımlayamamaları, problem çözme becerilerinin zayıflamasına, yardım istemekten çekinmelerine ve yalnızlıkla baş etmek zorunda kalmaları gibi birçok sorun doğuruyor. Bu nedenle çocukların duygularını tanımaları, isimlendirmeleri ve ifade etmeleri teşvik edilmeli. Sosyal medya içerikleriyle şekillenen bu kalıpların etkisini azaltmak için evde ve okulda duygusal okuryazarlığı artırmaya yönelik çalışmalar yapmak, erkek çocuklara da duygularını paylaşmanın güçsüzlük değil, insan olmanın doğal bir parçası olduğunu anlatmak gerekiyor. Ebeveynler ve eğitimciler, bu alanda model olmak ve alternatif rol örnekleri sunmak açısından kritik bir görev üstlenmeli.
Sosyal medya tamamen zararlı mı, yoksa bilinçli kullanıldığında faydalı yönleri de olabilir mi?
Sosyal medya, sanıldığının aksine yalnızca zararlı bir mecra değil, doğru biçimde ve bilinçli bir şekilde kullanıldığında çocukların ve ergenlerin gelişimine katkı sağlayabilecek önemli fırsatlar da sunuyor. Özellikle benzer ilgi alanlarına sahip kişilerle bağlantı kurulduğunda yaratıcı içerik üretiminin desteklendiği ve ifade özgürlüğüne alan açan bir platform haline geliyor. Sosyal medya, genç bireylerin kendi kimliklerini keşfetmeleri, dünya görüşlerini şekillendirmeleri ve toplumsal olaylara duyarlılık kazanmaları açısından da öğretici bir araç unsuru.
Ancak bu faydaların ortaya çıkabilmesi, kullanım biçiminin denetimsiz, sınırsız ve sorgulanmadan olmamasıyla doğrudan bir ilişki barındırıyor. Bilinçli kullanım, sadece süre kontrolüyle değil, aynı zamanda içeriğin niteliğiyle, çocuğun o içeriği nasıl yorumladığıyla ve sosyal medyanın bireysel değerlerle nasıl kesiştiğiyle de ilgili. Ebeveynlerin ve eğitimcilerin rehberliğiyle çocuklara eleştirel düşünme becerisi kazandırmak, güvenli çevrim içi davranışları öğretmek ve dijital dünyada karşılaştıkları olumlu-olumsuz içerikleri duygusal olarak nasıl işleyeceklerini konuşmak bu süreci olumlu bir şekilde destekliyor.
Özetle, sosyal medya bir araçtır, asıl belirleyici olan, bu aracın nasıl ne zaman ve ne amaçla kullanıldığı. Dijital dünyada farkındalıkla var olabilen bir çocuk hem çevrim içi hem de çevrim dışı dünyada daha dengeli, esnek ve dirençli bir benlik geliştiriyor. Bu nedenle mesele sosyal medyayı tamamen yasaklamak değil, çocuklarla birlikte nasıl daha sağlıklı bir dijital denge kurulabileceğini öğrenmek ve öğretmekten geçiyor.
Dİjİtal dünyada en güçlü koruma, çocuğun İç kaynaklarını güçlendİrmektİr
Aileler, çocuklarını sosyal medyaya hazırlamak ve korumak için neler yapmalı?
Aileler çocuklarını sosyal medyaya hazırlarken yalnızca teknik önlemlerle değil, duygusal ve bilişsel gelişimi destekleyen bir yaklaşımla hareket etmeli. Çünkü dijital dünyada var olmak, sadece bir cihaz kullanmak değil, aynı zamanda bilgiyi değerlendirmek, sınır koymak, benliği korumak ve ilişkileri yönetmek gibi çok boyutlu beceriler gerektiriyor. Bu noktada atılacak en temel adım, çocuğa sosyal medyanın doğası hakkında açık, yaşa uygun ve sürdürülebilir bir iletişim ortamı sunmaktan geçiyor. Ebeveynler, sosyal medyada karşılaşılabilecek olumlu-olumsuz içerikleri, mahremiyetin önemini, dijital izlerin kalıcılığını ve siber zorbalık gibi riskleri çocuklarıyla konuşabilmeli. Çocukların çevrim içi dünyada yaşadıkları duygular da en az içerik kadar önemlidir. Dolayısıyla çocuklar yalnızca yönlendirilmemeli, aynı zamanda duygularını ifade etmeleri için cesaretlendirilmeli. “Seni orada neler endişelendiriyor?”, “Bir içerikle karşılaştığında nasıl hissediyorsun?” gibi sorularla duygusal süreçlerine eşlik etmek, çocuğun yalnız kalmadığı ve duyulduğu hissini pekiştiriyor. Bu bağ aynı zamanda çocuğun dijital ortamda zorlandığında ailesine başvurabilmesini kolaylaştırıyor.
Pratik düzeyde ise yaşa uygun süre ve içerik sınırlamaları belirlemek, bazı sosyal medya platformlarını tanımadan önce birlikte keşfetmek, dijital kuralların birlikte kararlaştırılması ve ebeveynin de bu kurallara sadık kalması güven inşa eder. Aile içinde dijital okuryazarlık ve medya bilinci konuşulur hale geldiğinde, çocuk da sosyal medyada karşılaştığı içerikleri daha eleştirel bir süzgeçten geçirme yetisini kazanmış oluyor.
Son olarak, çocukların odalarının kapısını kapattığında içeride ne yaptıklarını her an denetlemek pek mümkün olmuyor. Evin içerisinde çocuğun sınırlarına saygı duyarken, bir yandan da kontrolü bırakmamanın dengesini bulmak zor olabiliyor hepimiz için. Bu sebeple, dijital dünyanın olumsuz yanlarından çocukları en güçlü koruma biçimi, çocuğun iç kaynaklarını güçlendirmek ve ona sosyal medyada değil, gerçek ilişkilerde değerli ve yeterli olduğunu hissettirmektir. Sosyal medya, çocuğun hayatında bir alan olabilir ancak tüm dünyası olmaması için aile bağlarının ve iletişimin ön planda olması oldukça önemli.

Çocukların dijital dili çok farklı. Biz ebeveynler bu dili anlamadığımızda neleri kaçırıyoruz?
Dijital çağda çocuklar, iletişimlerini görsel sembollerle, kısa mesajlarla ve hızlı akan içeriklerle kuruyor. Bu dijital dilin temel özellikleri hız, görsellik ve kısalık. Ebeveynler bu dilin temelini ve dinamiklerini anlamadığında, çocukların neye maruz kaldığını, nasıl hissettiğini ve ne şekilde ifade ettiğini bazı zamanlar tam olarak fark etmiyor. Bu farkındalık eksikliği, çocukların yaşadığı zorlanmaları gözden kaçırma ya da verilen tepkileri yanlış yorumlama riskini doğuruyor. Dijital dili anlamak, çocukların dünyasına daha yakın durabilmek ve onların ihtiyaçlarını daha sağlıklı karşılayabilmek için önemli bir adımdır.
Sosyal medyadaki zorbalık bazen sessiz ama çok yıkıcı. Bu çocukları nasıl etkiliyor?
Siber zorbalık, fiziksel olarak görünür olmasa da çocukların içsel dünyasında derin izler bırakıyor. Bu tür zorbalık genellikle dışlanma, alay edilme, tehdit ya da küçük düşürme gibi yollarla gerçekleşiyor ve çoğu zaman sürekli bir tekrar içeriyor. Diğer yandan zorbalık dediğimiz kavram, güç eşitsizliğinin kullanılmasıyla ortaya çıktığı için, şimdi zorbalığa uğrayan çocuklar, iletişim kurmanın sadece bu yolunu deneyimledikleri ve öğrendikleri için zamanı gelince kendinden güçsüz olana aynı zorbalığı uygulamaktan çekinmiyorlar. Kısacası zorbalık bir döngüdür, bu nedenle çocuklar üzerinde kalıcı bir stres ve kaygı yaratabilir. Bunların yanında, özellikle ergenlik dönemindeki bireyler için sosyal kabul oldukça değerlidir. Bu dönemde maruz kalınan siber zorbalık devamında özgüven kaybına, içe kapanmaya, sosyal anksiyete ve depresyona yol açıyor. Ebeveynlerin, çocuklarının dijital ortamdaki deneyimlerini açık bir iletişimle takip etmeleri bu konuda koruyucu bir etki sağlıyor.
Çocuk odasında, kapısını kapatmış… Bu gerçekten bir “güvende olma” hali mi, yoksa yalnızlık mı?
Çocuğun odasında tek başına vakit geçirmesi her zaman olumsuz bir işaret değildir. Bu, bazen kendini düzenleme ve dinlenme ihtiyacının doğal bir sonucu olabilir. Ancak bu yalnızlık hali uzun süreli hale gelir ve çocuk giderek içe kapanmaya başlarsa, dikkatle değerlendirilmesi gereken bir duruma dönüşmeli. Özellikle dijital mecraların çocuklar için hem kaçış hem de sosyal temas alanı haline gelmesi, bu yalnızlıkların niteliğini daha karmaşık hale getiriyor. Çocuğun hem fiziksel hem de dijital ortamda ne kadar ve nasıl vakit geçirdiğini izlemek, yalnızlık ile içe çekilme arasındaki farkı ayırt etmemize yardımcı olur.
“İletişim yalnızca konuşmakla değil, gerçekten duymakla mümkün” diyorsunuz. Bu sözünüzü açar mısınız? Ebeveynler çocuklarını ‘gerçekten duymayı’ nasıl öğrenebilir?
Çocuklarla kurulan sağlıklı iletişimin temelinde, aktif dinleme becerisi bulunuyor. Gerçekten duymak, çocuğun sözlerinin arkasındaki duyguyu fark etmek, onu anlamaya çalışmak ve yargılamadan eşlik edebilmek anlamına geliyor. Bu durum, çocuğun kendini güvende hissetmesini ve duygularını daha açık ifade etmesine olanak tanıyor. Daha fazla detaylandırmak gerekirse, çocuklara kapalı uçlu “evet” veya “hayır” cevabını alacağımız sorular yerine “En eğlendiğin vakit ne zamandı, biraz anlatabilir misin?” gibi daha açık uçlu sorular sorulmalı ve çocuklardan gelen cevap analiz edilmeli. Ebeveynler, kendi kaygılarını ve çözüm önerilerini hemen devreye sokmadan önce çocuğu dinlemeye odaklanmalı, gerekirse sadece duygusunu yansıtmakla yetinmeli. Ebeveynler için kaygı uyandıran bir deneyim çocuklar için her zaman kaygılandırıcı olmuyor, bu durumda çocuk kendi duygusuna değil ebeveyninin yorumlamasına inanarak kendini düzenlemeye çalışıyor. Burada dikkat etmemiz gereken şey ise çocuğun dış onaya bağımlı olması değil, kendi içsel deneyimini filtreden geçirerek duygu düzenleme yapmasıdır. Bu tür bir iletişim biçimi duygusal yakınlığı arttırırken çocuğun psikolojik dayanıklılığını da güçlendirir.