40 yılda 40’dan fazla çocuk kitabıyla minik kitapseverlerin hayal dünyalarına dokunan Süleyman Bulut ile kitaplarına dair merak ettiklerimizi konuştuk…

Yazarak geçen 40 yıl… Çocuk edebiyatımızın sevilen yazarlarından Süleyman Bulut iktisat fakültesindeyken, ‘okul sonrası hangi alanda çalışmalıyım’ diye düşünürken rakamlardan çok harfleri daha fazla sevdiğini fark etmiş. “Madem harfleri daha çok seviyordum, o zaman harflerle ilgili bir alan seçmeliydim kendime… Hayatımı yazarak kazanmaya karar verdim” diyen Bulut, 40. yılını ilk kitabı ‘Kar Tanesi’nin Can Çocuk Yayınları tarafından yayınlanan özel baskısıyla kutluyor. Biz de bu vesileyle kitaplarıyla çocuklarımızın hayal dünyasına güzel dokunuşlar yapan yazarla güzel bir sohbet gerçekleştirdik…

Yazmaya karar vermenin ve yazar olmanın en başta gelen koşullarından biri, önce iyi bir okur olmaktır.
İktisat Fakültesi mezunu olduğunuzu biliyoruz, yazmaya nasıl karar verdiniz ve neden çocuklar için?
Evet, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni bilerek ve isteyerek seçmiştim ama üçüncü sınıfa geldiğimde, bir yıl sonra okul bitecek, hangi alanlarda çalışacağım diye düşünmeye başlayınca, rakamlardan çok harflerin dünyasını sevdiğimi fark ettim. İktisat okumamın en büyük faydalarından biri bana bunu fark ettirmesi oldu diyebilirim… Eee, madem harfleri daha çok seviyorum, o zaman, o alandan yürüyeyim dedim… Dedim ama, böyle düşünmemi sağlayacak bir altyapım olduğunu eklemeliyim burada. Neydi o altyapı? İlkokul yıllarımda, benim okuduğum köyüme ders kitaplarının dışında bir kitap gelmediği için edebi kitaplar görmemiş ve okumamıştım ama ortaokul yıllarımdan itibaren çok iyi bir okuyucu olmuştum… Bilindiği gibi, yazmaya karar vermenin ve yazar olmanın en başta gelen koşullarından biri, önce iyi bir okur olmaktır. Yazma çalışmalarıma öykü – masal karalamaları yaparak ve İstanbul Radyosu’nun çeşitli programlarına oyunlar yazarak başladım. Daha sonra da kitap çalışmalarına geçtim.
İlk kitabınız Kar Tanesi’nin sizin için ayrı bir yeri olduğunu düşünüyorum. Çocuklara ve hatta biz yetişkinlere çok şey anlatıyor. Nasıl ortaya çıktı?
Artık bir kitap yazmalıyım diye düşünmeye başladığımda 1978-79 yıllarıydı; kendime karşı rüştümü ispat etmek istiyordum sanırım… 1979, Dünya Çocuk Yılı ilan edilmişti. Gazete, radyo ve TV’de çocuk kitapları üzerine konuşmalar yayınlanıyordu. Biraz da bu yayınların etkisiyle yazacağım ilk kitabın bir çocuk kitabı olmasına karar verdim. Peki ama ne yazacaktım? Bir konu bulmak için kıvrandığım o günlerde Maksim Gorki’nin çocuk yazarlarına seslendiği bir yazısını okudum. Yazısında Gorki, doğa olaylarının çocuklar için çok güzel konular sunduğundan söz ediyordu. Aklıma hemen çocukluğumun haftalarca devam eden karlı günleri geldi. O zamanlar çok kar yağardı ve kar tatili diye bir şey de yoktu. Okula haftalarca karlara bata çıka gider, kar topu oynamaktan ellerimiz buz keserdi. O dönemi hatırlamak bana cesaret verdi ama cesaret yeterli değildi. Çünkü bir öykü yazmak başından geçenleri, gördüklerini ya da gözlemlerini yazıya dökmek değildi. Elbet bunlardan yararlanırsın ama bir olay ya da konuyu edebi olarak yazmak biraz daha fazla çabayı ve “öykü yazmayı” öğrenmeyi gerektiriyordu. O zamanlar, bugün olduğu gibi yazma tekniklerini konu eden kitaplar da yoktu. Daha önce yazılmış iyi kitapları tekrar tekrar okuyarak, onların yazılma sırlarını kendime göre çözmeye çalışarak yazı kozamı örmeye başladım. İlk kitabım olan ‘Kar Tanesi’ni yazmaya çalışırken aynı zamanda yazmayı da öğrenmeye çalışıyordum. O nedenle, Kar Tanesi benim için sadece yazarlık tarihimin ilk kitabı değil, birçok açıdan da ilk kitabımdır.

Roman, öykü ve masallarınızın yanı sıra araştırmaya dayalı Atatürk ve halk edebiyatı çalışmalarınız da bulunuyor. Çocuklara iletmek istediğiniz mesaj nedir?
Tarih, okul dönemlerimde sevdiğim derslerin başında geliyordu ama benim asıl sevdiğim tarihte anlatılanların arka planıydı. Tarihsel olayların içindeki kişiler, o olayları yaşarken ne düşünmüş ne hissetmiş, nasıl yaşamıştı… Anı, günlük, biyografi okumayı bu yüzden hep çok sevmişimdir.
Atatürk, bilindiği gibi hem Kurtuluş Savaşımızın önderi hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu… Onu, tarih anlatımının dışında bir anlatımla; elbette tarihsel gerçeklere bağlı kalarak, öykü veya öyküler şeklinde anlatmanın çocuklar için daha ilginç olacağını düşündüm. Onun yaptıkları, düşündükleri, hissettikleri böylece daha somut daha canlı ve anlaşılabilir olacaktı. ‘Büyük Atatürk’ten Küçük Öyküler’kitabımı böyle bir anlayış içinde, yoğun bir araştırma yaparak ve her öykünün sonunda mutlaka kaynak göstererek yazdım.
Deyim, atasözü, tekerleme, bilmece ve ninniler ise halk kültürümüzün yüzyıllar içinden süzülüp gelmiş incileridir. Türkçe söz varlığının çok değerli ürünleridir. Çocukların dikkatini Türkçe’nin dil zevkini yaşatan ve zenginleştiren bu ürünlere çekmek, onlarla tanıştırmak buluşturmak için 101 serisini yazdım. 101 Deyim 101 Öykü, 101 Atasözü 101 Öykü, 101 Tekerlemeve diğerleri… Bu seriye, halk kültüründen başka kitaplar da eklenecek, çalışmalarım sürüyor.
Mesele, okuduğunu anlayan, kavrayan ve okuduklarından kendisine yeni bilgiler, duygu ve düşünceler üretebilen okumayı yapabilmekte…
Okumanın önemini çocuklara hep aşılamaya çalışıyoruz ama bugünlerde daha da fazla önemsiyoruz. Sizce özellikle günümüzde, çocuklar için okumanın bu kadar önemli olduğuna neden inanıyoruz?
Çocukluk, büyüme, yetişme, oluşma dönemimiz… Sadece boy pos anlamında değil, daha çok zihinsel anlamda. Zihinsel gelişmeyi, anlama, kavrama, duyma ve düşünmeyi geliştiren etkinliklerin başında ise okuma eylemi gelmektedir. Bilimsel araştırmalarda ortaya çıkan, kanıtlanan bir durum bu. Dolayısıyla herkes okumanın ne kadar önemli olduğunun farkında. Bu konudaki görüş birliğimiz neredeyse tam. Sorun, okumayı ‘nitelikli okuma’ya dönüştürmekte… Okuduğunu anlayan, kavrayan ve okuduklarından kendisine yeni bilgiler, duygu ve düşünceler üretebilen bir okuyucu olmakta. Bu noktada hem yazara hem okuyan çocuğa hem de okuyan anne babalara önemli görevler düşüyor.

Çocukta okuma zevkinin gelişmesi konusunda, anne babaların çocuklarla kuracağı ilişki tarzı çok önemli. Elbet yönlendirme olmalı, ama kitap seçerken ‘ben bilirim’ci bir tavır içinde olunmamalı.
Günümüzde ebeveynler çok fazla kitap okuyan çocukları olsun istiyorlar. Ancak ‘okumayan bir nesil yetişiyor’ diye çok da üzülüyoruz. Çocukları zevk için okumaya teşvik etmek isteyen ebeveynler için ne gibi ipuçlarınız var?
‘Okumayan bir nesil’yetiştiği kanısında değilim, doğrusu.Tersine daha çok kitap okunuyor. Çocuklarla kitap üzerine söyleşmek için gittiğim okullarda da bunu gözlemliyorum. Kitap satış rakamları da bu sonuca işaret ediyor… Sorun şu ki, günümüzde okumak kitap, gazete okumakla sınırlı değil artık. Okuma türleri, nesneleri, alanları, okuma medyaları çoğaldı, çoğullaştı. İşin bu yanı ayrı bir değerlendirme konusu, ona burada girmeyeyim… Ama şu noktaya dikkat çekmek isterim: Çocukta okuma zevkinin gelişmesi konusunda, anne babaların çocuklarla kuracağı ilişki tarzı çok önemli. Elbet yönlendirme olmalı, olacak ama çocukların kitap seçimleri konusunda ‘ben bilirim’ci, otokratik bir tavır içinde olunmamalı. Kitap seçimlerini, okuduğu kitapları birlikte, karşılıklı olarak değerlendiren demokratik bir ilişki kurmalı çocuklarla. Çocuğa hesap soran, onu sorgulayan değil, anlamaya ve anlatmaya çalışan bir ilişki tarzı. Bunun mümkün olması için, tahmin edebileceğiniz gibi, anne-babanın da iyi bir okuyucu olması gerekiyor.
Yazmakla ilgilenen çocukların ebeveynlerine ne önerirsiniz?
İlgi, ilgi, ilgi… Ama bu ilgi, “Aferim, çok güzel yazıyorsun, şimdi bu yazdıklarını yayımlayacak bir yayınevi bulalım” ilgisi olmamalı. Çocuğu, kitabı yayınlanacak yazar-çocuk havasına sokmak büyük bir yanlış olur. Çok örneğini gördüğüm için söylüyorum bunları… Ayrıca, çocuğun yazma çabasını illa yazar olacak diye görmemeli… Her yazma çabası, çocuğu illa yazar yapmaz ama onu geliştirecek, hayal gücünü, kelime hazinesini, dili kullanma yeteneğini güçlendirecek, hayata hazırlayacak çok önemli bir etkinliktir; öncelikle bu açıdan desteklenmelidir. Çocuğun masasında okunacak iyi kitapların yanı sıra mutlaka Türkçe sözlük ve yazım kılavuzu bulunmalı. Sözlük ve yazım kılavuzu kullanılması teşvik edilmeli. Sözlük okumak bizde neredeyse hiç olmayan bir şey, keşke çocuklarda sözlük okuma alışkanlığı yaratabilsek… Yazmak, kelimelerle yazmaktır eninde sonunda. Kelimeler de o sözlüğün içinde…
Her öykü, şiir, roman hayata, insana dair bir duygu, bir düşünce, bir tavır ortaya koyar.
Roman, öykü veya hikayelerinizin nihayetinde çocuklara hangi mesajı iletmeye çalışıyorsunuz?
Özellikle çocuk yazarları ne çok karşılaşıyor ‘mesaj’ sorusuyla… Soruya cevap olarak kendi adıma şu mesajı(!) vermek isterim…Yazarken dar anlamda bir mesaj kaygım yoktur, olmamasına çalışırım. Elbette her öykü, şiir, roman hayata, insana dair bir duygu, bir düşünce, bir tavır ortaya koyar. Bunların hepsini mesaj şemsiyesinin altında toplayacaksak, mesaj öykünün, şiirin ya da romanın bütünündedir, kitabın kendisindedir. Bir bölümünde, bir cümlesinde değil. İyi bir kitapta mesaj, anlatılan ile anlatım tarzı bütünlüğü içinde kendiliğinden oluşur; bir paranın iki yüzü gibidir, birbirlerinden ayrılamaz. Yoksa yazılanlar basit bir propaganda malzemesine dönüşür ki, hiç de istenen bir durum değildir bu. Kitaplarımı ben, bu bakış açısıyla yazıyorum…
40. yılınızda üzerinde çalıştığınız bir kitap var mı? Varsa biraz karakterle ilgili ipucu vermek ister misiniz?
Çalışma çok… En yakın tarihte, eylül sonlarında yayınlanacak kitabımım adını fısıldayayım… Ben buldum!.. Yanlış okumadınız, kitabın adı Ben buldum!.. Kitabın adını da ben buldum!. 100 buluş, 100 öykü… Buluşların küçük öyküleri.